top of page

Tarihin Pusulasından Kitaplara Koray Şerbetçi


ree

Şehrin kültürel kalbindeki fuarda, basmakalıp yargılardan Osmanlı'nın serüvenine uzanan bu röportaj, insanlık laboratuvarının aynasını tutuyordu. Fuarın coşkulu kalabalığında, yazarın 'faide-i tarih' çağrısı yankılandı. İşte, fuarın enerjisinde filizlenen bu samimi paylaşım...

Bir şehrin kalbine düşen bir kitap sayfası, bazen bütün sokakların rengini değiştirebilir. Kocaeli’de her yıl ekim ayının ilk günlerinde yaşanan da tam olarak budur. 4–12 Ekim tarihleri arasında düzenlenen ve bugün itibarıyla biten Kocaeli Kitap Fuarı, yalnızca kitapların sıralandığı devasa bir pazar yeri değil; kentin üzerine serilen düşsel bir gökyüzüdür. Şehrin ritmi değişir, gündelik telaşların üzerine kelimeler serpilir, caddelerden fuar alanına akan adımların içinde herkes kendi hikâyesini yeniden aramaya koyulur.


Bir çocuğun ilk kez imza masasına uzattığı kitabı düşünün. Kalemi eline alan yazarın titrek ama sevgi dolu hareketlerini… O an yalnızca bir imza değil, hayallerin ilk kıvılcımı verilir çocuğun avucuna. Ya da yaşlı bir adamın sahaf çadırında bulduğu sararmış kitapla göz göze gelmesini düşünün. Sayfaların kokusu, yılların birikimiyle buluşur; zamansız bir köprü kurulur. Kocaeli Kitap Fuarı, işte bu yüzden bir “etkinlik” değil, hayatların kesiştiği, anıların yazıya dönüştüğü dev bir zaman kapsülüdür.


Fuarın büyüsü, kalabalığın karmaşasında gizlidir. Binlerce insan, binlerce farklı arayışla aynı mekânda buluşur. Kimisi aradığı romanı satın alır, kimisi bir şairin sözünde kendi yarasına merhem bulur, kimisi de yalnızca kitapların arasında dolaşarak sessizliğin tadına varır. Ama sonuç hep aynıdır: Herkes fuardan kendisine ait bir parça taşır. Bir cümlenin ağırlığı, bir düşüncenin ufku ya da bir sohbetin sıcaklığı.


Belki de bu yüzden Kocaeli Kitap Fuarı, yalnızca okuma alışkanlıklarını besleyen bir festival değil; şehrin ortak şiirini yazan bir törendir. Her ziyaretçi, farkında olmadan o şiirin bir dizesine dönüşür. Ve fuar sona erdiğinde bile, şehrin üzerinde uzun süre asılı kalan o cümleleri duymaya devam ederiz: kitapların sesi, okurların nefesi, düşlerin yankısı. Bu vesileyle bir tarihçi, Koray Şerbeçi ile çok güzel bir röportaj gerçekleştirdik. Geçen seneki Başiskele sohbetlerinden başlayan silsile bu seneki fuar ile devam etti, kendisinin görüşlerine başvurduk.


Bu arada Koray Şerbetçi’yi de kısaca tanıyalım başlamadan. Kendisi, malum, popüler bir tarihçi. 1997’de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümünden mezun olan, Tefekkür ve Mihenk dergilerinde medeniyet tarihi ile ilgili yazılar yazan Şerbetçi, televizyon programcılığı ve moderatörlüki de yapıyor. Koray Şerbetçi, BEA TV’de An ve Zaman, Tarihin Sırları programlarını yaptı. Uzun zaman da 24 TV’de An ve Zaman programının moderatörlüğünü yapmıştır. Şimdi geniş bir alandan alıntılarla kendisi ile Kocaeli’de yaptığımız sohbeti sizinle paylaşalım.

 

Tarih yazımında basmakalıp yargıları kırmak için kitaplarınızda neden günlük hayatla ilişkilendirerek anlatıyorsunuz ve bu yaklaşım okuyucuyu nasıl bir farkındalığa ulaştırıyor?


Tarih yazımında o basmakalıp yargıları kırmak benim için bir tür özgürleşme, çünkü yıllardır 'Tarih ne işe yarayacak?' diye soranlara maruz kalıyorum. Bu nedenle kitaplarımda tarihsel olayları günlük hayatla ilişkilendiriyorum. Böylece o soyut olaylar bir anda sizin kahve fincanınızın kenarındaki çizik gibi tanıdık gelsin. Mesela tarihteki büyük generallerin başarılarını anlatırken, bugünkü bir girişimcinin aynı tavrı sergilediğini söylemem mümkün. Napolyon Bonapart der ki: ‘Yerinde bir geri çekilme en az zafer kadar mühim bir başarıdır.’ Bunu örnek alan bir yatırımcı belki de finansal bir felaketten kendini korur değil mi? İşte o zaman tarih donuk bir malumat yığını olmaktan çıkıyor, yürüyen bir gerçeklik haline geliyor, Tarihe bu şekilde pratik yaklaşmak okuyucuyu bu farkındalığa ulaştırıyor ki ‘Ben de o karakterlerin yerinde olabilirdim' desin, hatalarını, başarılarını kendi hayatında görsün, zihinlerdeki o katı kalıplar çatlasın. Çünkü tarih sadece geçmiş değil, bugünün ruhunu anlamak için bir ayna. Tam da bu, okuyucu o aynaya baktırıyor ve kendisini tanımaya sevkediyor. Yoksa tarihi bilgiler tıpkı okunmayan kitaplar gibi tozlanır raflarda. Ben diyorum ki, tarih sizinle konuşuyor, dinleyin ki değişin.


Cevdet Paşa'nın 'faide-i tarih' prensibini pusula olarak benimsediğinizi söylüyorsunuz; bu prensip, Osmanlı gibi karmaşık dönemleri yorumlarken size nasıl bir yol gösteriyor?


Cevdet Paşa'nın 'faide-i tarih' prensibi, evet, benim için bir pusula, çünkü tarih yazımını fayda odaklı kılıyor, sadece olayları dizmek değil, o olaylardan bugüne bir ders çıkarmaya imkan veriyor. Bunu sadece o değil modern Türk tarihçiliğinin temellerini atan Yusuf Akçura da dile getirmiştir. Örneğin Osmanlı gibi çok boyutlu ve katmanlı bir imparatorluğu yorumlarken günümüz insanına ulaşamayız. 17.asır ne anlatır modern insana? Nasıl ilgisini çeker?  Sultan İbrahim'in samur vergisi gibi garip uygulamaları anlatırken, o olay modern zaman insanına diyor ki, 'Bu yaşananların bugünün ekonomik krizlerine dair sana söyleyecekleri var’ O zaman başını çevirip tarihe bakıyor günümüz insanı. Osmanlı'nın yükselişinde Fatih'in stratejik hamlelerini, çöküşünde ise nelerin yapılamadığını açıklarken biz de bugünkü benzerlikleri görmeliyiz. Dahası bunlardan bazı prensipler üretmeliyiz. İşte bu prensipler benim pusulam. Mesela Osmanlı'nın o muhteşem çeşitliliğini düşünün, farklı milletler, inançlar iç içe, ama prensip olmadan o karmaşıklık bir içinde çıkılmaz bir labirent olurdu. Ama olayları bir örüntü ile okursanız bir yol haritasına dönüşüyor. Yoksa kuru bir hikâye kalır geriye.

 

ree

Tarihi 'insanlık laboratuvarı' olarak tanımlarken, Sümerli bir ebeveynin bugünkü anne-baba ile benzerliğini nasıl görüyorsunuz ve bu benzetme tarihî olayların günümüze etkisini nasıl aydınlatıyor?


Tarih, insanlık laboratuvarı evet, binlerce yıl öncesinden bugüne aynı deneyler, aynı hatalar izleniyor. Çünkü insanlık araçlarını sürekli yeniliyor ve geliştiriyor ama özündeki dürtüleri hep aynı. Sümerli bir ebeveyn düşünün, çocuğuna 'Geleceğin kralı ol' diye baskı yapıyor, tıpkı bugünkü anne-babanın 'Doktor ol' demesi gibi, o benzerlikte korku var. Ebeveyn çocuğunun başarısız olmasından korkuyor. Yani başarısızlık korkusu çağlar üstü. Bu benzerlikleri sunmak özünde okuyucuya 'Farkında mısınız?' diye soruyor. İşte o laboratuvarda her deneme bir ders. Mesela Babil hükümdarı Labynetos'un entrikaları, bugünkü ofis kavgalarına benziyor. Yani demem o ki tarihle yaralarımızı sarmazsak hep aynı yaraları kanatırız. İnsanlık laboratuvarı çalışıyor, siz de deneyci olun, o benzerlikleri görün ki geleceği şekillendirin.

 

Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşundan çöküşüne uzanan sürecini ele alırken, Fatih Sultan Mehmet'in stratejik hamlelerini bugünkü dünya düzeniyle ilişkilendirir misiniz?


Osmanlı, kuruluşundan çöküşüne kadar muazzam bir serüven. Fatih Sultan Mehmet'in stratejik hamleleri örneğin dönemin en ileri teknolojisini kullanarak İstanbul'un fethinde kullanılan topları döktürmesi, bugünkü dünya düzenindeki askerî teknolojik üstünlüğe sahip olmanın özelliklerine benziyor. Daha somutlaştırırsak günümüzde ABD'nin silahları gibi. Ama Osmanlı'nın gücü çeşitlilikteydi. Farklı milletleri bir arada tutan o sistem, bugünkü AB'nin hayali gibi aslında.  Fatih'in o hamleleri sadece bir kentin fethi değil bir vizyonun parçasıdır. Bugünkü liderler o vizyonu unuttuysa, küresel düzeni de kaybederler.  Mesela Osmanlı çöküşünün temelinde de değişen dünya dinamiklerine uyumlanamamak, değişimi izleyen vizyonu kaybetmek vardır. Bu prensip bugün de geçerlidir. Kim bu prensibi anlar ve hayata geçirirse ilerler. Akis felaket olur. Ben diyorum ki sadece tarihi malumat olarak zihnimize depolamayalım. O süreci okuyalım ve  bugünü anlayalım. Yoksa tarih tekerrür eder. Fatih'in gemileri karadan yürütmesi gibi, asimetrik düşünün ki düzeni siz kurun.


'Tarih olup bitmiş şeyler' sorusuna maruz kaldığınızda sizi motive eden nedir ve bu motivasyon, yeni nesillere tarih sevgisini aşılamada nasıl bir rol oynuyor? 


'Tarih olup bitmiş şeyler, ne işimize yarayacak?' sorusu, evet, binlerce defa duydum. Ama o soru beni motive ediyor. Çünkü cevabı vermemek olmaz. Özünde tarihî karakterlerin yaşadıklarını siz de yaşıyorsunuz, farkında mısınız? O motivasyon, yeni nesillere bunu anlatma hevesinden kaynaklanıyor. Gençlere 'Tarih sizin laboratuvarınız' diyorum. Mesela bir konferansta Sezar'ın doğru zamanda doğru adımlarını ve hatalarını anlatırken, 'Kendinizden bir şeyler buluyor musunuz?’ diye soruyorum. Maksadım bir tarihçi hatta bir sosyal bilimci olarak rolüm bu. Yani merak uyandırmak, tarih sevgisini ateşlemek. Yoksa gençler ekranlara gömülür, tarih tozlanır. Bu soruyu davete çevirmek beni güdülüyor. Yeni nesil bugünü anlamak için tarihle barışsın.


Koray Şerbetçi'nin Kocaeli Kitap Fuarı'ndaki bu derin röportajı, tarihî olayları kahve fincanı çizikleriyle ilişkilendirerek, yeni nesillere laboratuvar sevgisini aşıladı: Cevdet Paşa pusulasından Fatih'in vizyonuna, Sümer ebeveyn benzerliğinden bugünkü jeopolitiğe uzanan bir yol haritası. Fuar kalabalığına, 'Tarih sizinle konuşuyor' fısıldarken, röportaj bir motivasyon bıraktı – çünkü basmakalıplar çatladıkça, geleceğin ışığı aydınlanır.

Yorumlar


BRANDMAP

İş Dünyası Bilgi Paylaşım ve
Marka Yönetimi Platformu

  • LinkedIn - Siyah Çember
  • Twitter
  • Instagram
  • Facebook
  • YouTube

© 2025 BRANDMAP

Screen Shot 2021-01-25 at 19.44.13.png

PARTNER OF BRANDMAP

Ana Sayfa

Hakkımızda

Künye

Üyelik

Arşiv

Yasal Uyarı

Kullanım Koşulları

Eğitimler

Etkinlikler

TrendPaper

Makaleler

visa-mastercard_logo.png

Ödeme ve Teslimat   I  Üyelik Sözleşmesi    I  KVKK

İletişim ve Teslimat:

Hamidiye Mahallesi, Cendere Caddesi, No. 101, Porta Vadi, Daire:25, T1 Blok, Kat:3, Kâğıthane, Istanbul, 34408

info@brandmap.com.tr

bottom of page