Sürdürülebilir Eğitim için Duygu: Bütünlüğün Zihinsel Merkezi
- Prof. Dr. Uğur Batı
- 12 Eki
- 6 dakikada okunur

Eğitim, bireylerin yalnızca bilgi birikimini artırmakla sınırlı kalmamalı, aynı zamanda onların beyinlerini akıl, zeka ve bütünsel düşünceyle donatarak sürdürülebilir bir geleceğe hazırlamalıdır. Beyin, insanı evrenin bir parçası olarak anlamlandıran, karmaşık sorunlara yaratıcı çözümler üreten ve bütünlüğü kavrayan bir merkezdir. Ancak modern eğitim sistemleri, ezberci yaklaşımlarla beynin potansiyelini körelterek öğrencileri yüzeysel başarılara hapseder. Bu giriş, beynin sürdürülebilir eğitimdeki kritik rolünü, zihinsel kapasitenin bütünlük arayışındaki gücünü ve eğitimde bu potansiyeli nasıl uyandırabileceğimizi ele alacaktır.
Beyin, tıpkı İbn-i Sina’nın Pers diyarlarında keşfettiği gibi, evrenin aynasıdır; akıl ve zeka ile nedenleri sorgular, gözlemlerle kanıtlar toplar ve bütünlüğü inşa eder. Günümüz eğitim sistemleri, parçalı derslerle ve sınav odaklı yaklaşımlarla beynin bu doğal yeteneğini kısıtlar, öğrencilerin sorgulama ve yaratıcı düşünme becerilerini gölgeler. Oysa nörobilim tabanlı holistic eğitim yaklaşımları, beynin öğrenme sürecindeki gücünü ortaya koyarak, bireylerin bilgi, beceri ve değerlerle donanmasını sağlar. Araştırmalar, beyin sermayesinin sürdürülebilir kalkınma hedeflerini desteklediğini, çevresel ve sosyal sorunlara karşı zeki çözümler ürettiğini göstermektedir.
Sürdürülebilir bir eğitim, beyni bir araç olarak değil, iyiliğin ve bütünlüğün tohumu olarak görmelidir. Beyin odaklı bir eğitim, öğrencileri sabahları zihinsel egzersizlerle uyandırır, öğlen tartışmalarla aklı keskinleştirir ve akşamları tümevarım etkinlikleriyle bütünlüğü keşfettirir. Bu makale, beynin eğitimdeki dönüştürücü gücünü, felsefi temeller, nörobilimsel bulgular ve pratik uygulamalar ışığında inceleyerek, onun bireylerin ve toplumların sürdürülebilir bir gelecek inşa etmesindeki rolünü tartışacaktır. Bugün eğitim bilimci Prof.Dr. Hakan Toytok ile konuştuk. Çok özel dorular sorduk, özel cevaplar aldık.
Öğretmenlerin duygusal zekâ gelişimini destekleyen eğitim programları, sınıf içi dinamikleri nasıl dönüştürebilir?
Öncelikle EI olarak adlandırılan duygusal zekayı tanımlamamız gerekir. Duygusal zeka, kendimiz duygularını tanıma ve yönetmenin yanı sıra karşımızdakilerinde duygularını tanıma ile ilgilidir. Bu nedenle duygusal zekası yüksek bireyler aynı zamanda sosyal yaşamda ve organizasyonlarda da başarılı olmaktadırlar. Sınıf içi dinamiklerinin temel belirleyicisi olan öğretmen aynı zamanda bir öğretim lideridir. Liderlik tanımlarına baktığımızda ortak olarak etkileme ve harekete geçirme olarak ifade edildiğini görürüz. Bu nedenle öğretmen öncelikle sınıfındaki öğrencilerin beyinlerine dokunmadan önce onların yüreklerine girmeyi becermelidir. Geriye doğru dönüp baktığınızda sizde en çok iz bırakan öğretmenin alan bilgisi yüksek olduğundan ziyade ilişki becerisinin yüksek olması yani sizin yüreğinize dokunması olduğunu görürsünüz. Sınıf içi süreçleri yönetirken öğretmen bu bağlamda açık, etkili ve empatik bir ilişki dinamiği temelinde ilerlemelidir.
Öğrencilerin özgüvenini artırmak için kullanılan pratik yöntemler, uzun vadeli akademik başarıyı nasıl etkiliyor?
Öz güven başarılının temel dinamiklerinden biridir. Ancak öz güven kişinin kendisinin oluşturması ve süreç içerisinde geliştirerek güçlendirmesi gereken bir şeydir. Yani içten dışa doğru inşa edilir. Pratik çözümler o an uygulanılan konu ya da alan için palyatif çözümler sağlasa da ana uzun vadede akademik ve diğer başarılara ulaşabilmek için sınırlıdır. Çünkü bu yaklaşım sadece motivasyonun artması sağlar. Motivasyon elbette önemlidir. Ancak göz ardı etmemiz gerek şey motivasyonun bizim bir işe başlarken yüksek enerjiyle başlamamızı sağladığıdır. Sonrası ve sürdürülebilir olması için öz disiplin gereklidir. Öz disiplin, öz güveni oluşturan öz değer, öz beceri ve özerklik gibi alt unsurlardan biridir. Uzun vadede akademik başarıya, sabırla inşa edilmiş, ebeveyn ve öğretmen yaklaşımları ile geliştirilerek güçlendirilmiş bir öz güven ile ulaşılabilir. Burada yapılabilecek en doğru şey öz güvenin gelişmesi ve güçlenmesi için doğru ekosistemim evde ve okulda kurulmuş olmasıdır.
Eğitim sisteminin hafıza odaklı yapısından uzaklaşarak, bireysel dokunuşlara dayalı yaklaşımlar ne kadar etkili olabilir?
Zaten bizim eğitim sistemimiz maalesef hafızayı güçlendiren ve başarı diye de hafızanın ölçüldüğü bir sistendir. PISA sınavı sonuçları bize bunu net bir şekilde göstermektedir. PISA sınavında Türk öğrencileri bilgi ve kavrama basamağında yüksek başarı gösterirken, uygulama basamağındaki sorularda maalesef başarı gösterememektedirler. Çünkü bilgi ve kavrama basamağı ezber, karşılaştırma ve yordama gibi hafızaya dayalı düşün üstbilişsel fonksiyonları kapsamına alırken, uygulama basamağında ise problem çözme, örüntü kurabilme, analiz ve sentez gibi üstbilişsel fonksiyonları kapsamına almaktadır. Bizim eğitim-öğretim süreçlerimizde araştırma, inceleme, sorgulama ve uygulama temelli etkinlikler ile bilgiyi kasa indirmeyi başarmamız gereklidir. Bazı öğretmenlerimiz bireysel çabaları ile bunu başarabilmektedirler. Özel okullarda bunu başarabilecek sistemler kurmak için çaba sarfetmektedirler. Ancak buradaki handikap özel okulların çoğunun öğretmen kadroları tecrübe noktasında yeterli olamıyor, devlet okullarındaki tecrübeli öğretmenlerde özel okullardaki kadar sistem esnekliğine sahip olamamaktadırlar.

PDR öğretmenlerinin rolü, öğrencilerin ruhsal dayanıklılığını güçlendirmede hangi kritik adımları içerir?
PDR çok önemli bir alan ve okullarda bu branşın etkisinin daha da arttırılmasını oldukça hayati bulmaktayım. Ancak okullardaki PDR uygulamalarına baktığımızda, adeta ellerinde bir sabit reçete var ve farklı öğrencilere aynı şekilde bu tekrar tekrar uygulanmakta. Oysa her çocuk eşsiz bir dünyadır. Bu nedenle çocukların davranışlarına tek tipçi anlayışla yaklaşmak doğru değildir. Çünkü çocukların bir olay karşısında sergiledikleri davranışlar aynı olsa da o davranışın altında yatan bilgi ve duygu yaşantıya bağlı olarak aynı değildir. Öğrencilerin ruhsal dayanıklılığını arttırmak için onların davranışlarının altında yatan bilgi ve duyguyu anlamalı, onların bu bilgilerindeki yanlışlık ve eksiği düzeltmeliyiz, duygulanımlarındaki duygularını tanıma ve kontrol etme sistemlerini de güçlendirmeliyiz. Bu şekilde ruhsal sağlamlılıklarını doğru yönlendirmiş ve beslemiş oluruz.
Mutluluk hormonlarının tetiklenmesi için aile-okul işbirliğinin önemi, günlük uygulamalarda nasıl somutlaşır?
Mutluluk hormonları bizim başarılı, aşık, huzurlu, güçlü bir hafızaya sahip, sağlam bir biliş ve ruh dünyasına sahip olmamızı sağlar. Nelerdir bu mutluluk hormonları? En çok bilinenleri dopamin, serotonin, endorfin ve oksitosin gelir. Bu hormonların ortaya çıkmasını sağlayan uyarıcı faktörleri bilebilirsek somutlaştırmamızda kolay olur. Doğru beslenme, mümkünse daha çok açık havada spor yapmak, samimi ve dostça sohbetler, müzik dinlemek, şarkı söylemek, dans etmek, gülmek, olumlu düşünmek, düzenli ve kaliteli uyumak gibi faaliyetler mutluluk hormonlarının seviyesini artırmaktadır. Aile ve okul işbirliğinde öğrencilerin ders içi-dışı plan ve programlarında bu saydıklarımız ne kadar sağlanırsa o kadar mutluluk hormonlarının seviyelerinin artması sağlanabilir. Özellikle evdeki ilişkiler koşulsuz sevme ve saygı ekseninde, paylaşımcı bir atmosferde olması, okulda öğretmenlerin işlerini daha da kolaylaştıracağı gibi, öğrencilerin birbirleri ile de kuracağı ilişkiler ağı sayesinde bunun güçlenmesi sağlanabilir.
Fesleğen metaforu gibi doğal örnekler, empati eğitiminde neden daha fazla kullanılmalı sizce?
Çok sevdiğim bir metafordur. Bilindiği üzere fesleğen çiçeğine dokunmadığınız sürece kokusu çıkmaz. Çocuğunda hayatına yani yüreğine ve beynine doğru biçimde dokunmadığımız sürece gerçek performansını göstermesi pek de mümkün olamayacaktır. İnsan bir duygu makinesi olup duygular bulaşıcıdır. Öğretmen sınıf içinde ve dışında öğrencilerle kurduğu ilişkilerde onların her birinin farklı bir fesleğen olduğunu, her birinin de kendine göre dokunulma biçimi, şiddeti ve yeri olduğu pedagojik yetkinliğe ve farkındalığa sahip olmalıdır. Bu sayede kurulacak güçlü bağ kanallarından kolaylıkla bilgi ve duygu akışı karşılıklı sağlanabilir. Bence fazla kullanılması yerine bilinçlice ve yerinde kullanılması daha doğru olacaktır.
Milli Eğitim Akademisi gibi platformlar, öğretmenlerin mesleki motivasyonunu nasıl yenileyebilir?
Milli eğitim akademisi iki aşamada planlanmıştır. Birinci aşama mevcut sistemde aktif görev yapan öğretmenlerin gelişim düzeylerini arttırmaktır. Bu halihazırda uygulanmakta. Diğer aşama da yeni mesleğe başlayacak aday öğretmenlerin akademilerde eğitim alarak mesleğe başlaması şeklinde planlanmıştır. Bu ikinci aşama henüz hayata geçirilmediği için herhangi bir çıktı elimizde yok. Ancak birinci ve uygulamada olan aşama için ki bende bu akademilerde eğitim vermiş bir akademisyen olarak düşüncem, katılımcıları izlediğimde ve zaman zaman değişik ortamlarda sohbet etme imkanı bulduğumda bu akademik seminerlerin yapılmasının iyi olduğunu ancak eğitimlerin istenilen etkililikte olmadığını ifade ettiklerini gördüm. Bence de bu eğitimleri verecek olan uzmanların ve konuların seçiminin özenle yapılması, öğretmenlerin karşısına çıkarılacak konuşmacıların yetkin ve etkin olma durumlarının iyi analiz edilmesi yerinde olur. Çünkü öğretmenler doğru eğitimle ve eğitimci ile buluştuklarında onların seminer sürecindeki ve sonrasındaki geri dönütlerinin gayet yüksek bir enerjide olduğuna da şahitlik ettim.
Çocuklarda duygusal farkındalık kazandırmak, toplumsal uyum sorunlarını önlemede hangi stratejilerle desteklenir?
Duygusal farkındalık kazandırmanın temel koşulu duygudaşlık yapabilmektir. Farkındalık kazandırmak istediğimiz çocuklar için önce kendi farkındalık kanallarımızın açık, davranışlarımızın da bu farkındalıkla vücut bulmasını sağlamalıyız. Farkındalık geliştirmede, benim de sıklıkla kullandığım ve özellikle son zamanlarda bireysel ya da grupla yapılan terapilerde kullanılan “kabullenmişlik ve adanmışlık” stratejisini yerinde buluyorum. Bu stratejinin özünde kişinin önce değerlerini keşfetmesi ya da keşfettirilmesi sağlanır, Daha sonra her yeni eylem ya da durum bu değer/ler temelinde farkındalığa dönüşerek kişinin bütünsel gelişimi desteklenir. Bu strateji kişi için aynı zamanda güçlü bir psikolojik esneklikte sağlar.
Konferans ve seminerlerin, eğitimcilerin ilham kaynaklarını canlandırmada oynadığı rol nedir?
“Duyduğun bir kavram kararını, dokunduğun bir şey de hayatını değiştirir” diye çok sevdiğim ve benim hayatımda da anlam bulmuş bir söz ile buna cevap vermek istedim. Konferans ve seminerlerde katılımcılar sadece anlatılan bilgi ve yoruma değil aynı zamanda konuşmacının enerjisine, duygularına, kararlılığına, bilişsel esnekliğine gibi daha birçok şeyine bakmakta ve zaman zaman onunla arasında bağ kurmakta. Bu bağ sayesinde belki kendisinin karanlık bir yönünü aydınlatacak keşfini belki de aradığı fakat kafa karışıklığından bir türlü bulamadığı o yönünü bulabilmekte. Ben konferans ve seminerlerde doğru konuşmacının doğru katılımcılarla buluştuğunda o ortamda ilham perilerinin pelerinlerinin birbirine değdiğini düşünmekteyim ve buna inanmaktayım. Çünkü konferans ve seminerlerimiz sonrasında bize ulaşan insanların yazdıkları, çizdikleri, söyledikleri ve başardıkları şeyler bence en güzel kanııtı.
Gelecek nesiller için "yaşattıklarınla hatırlan" felsefesi, öğretmenlik mesleğini nasıl daha anlamlı kılar?
Bilmek olgudur, açıklamak ise pedagoji. Bu nedenle öğretmenli güçlü bir pedagojik formasyon becerisi gerektirir. Bakın öğretmenin geliştirmesi gereken iki temel beceri alanı vardır. Bunlar akademik ve sosyal becerilerdir. Maalesef okullarımızda akademik becerilerin geliştirilmesine o kadar çok odaklanılmış ki öğrencilerin ileriki yaşam kalitesinin bağlı olduğu sosyal beceriler ikinci plana atılmaktadır. Yanlış anlaşılmak istemem! Ben akademik becerilerin geliştirilmesine karşı değilim. Elbette bu sınav odaklı geçiş sisteminin bir sonucu. Benim karşı çıktığım sosyal becerilerin bu kadar es geçilen beceriler olması. Akademik beceri öğretilerini bizler ne kadar sosyal yaşam ile entegreli bir şekilde derslerimizde uygulamalarla işleyebilirsek, o kadar öğrencinin iki yönünü de geliştirmiş oluruz. Bu dengeli gelişim sayesinde öğrenciler günlük yaşamda matematiğin, fen bilgisinin, coğrafyanın, edebiyatın ve diğer disiplinlerin ne anlam ifade ettiğini görebilecek ve dersleri yaşamda, yaşamı da derslerde bulabilecektir. Son olarak “insanlar ettikleriyle, öğretmenler de etkinlikleriyle hatırlanır” sözüyle tamamlayabiliriz.










Yorumlar